Home
SANITAS MAGISTERIUM EDUCATION
Workspaces and Experiences
Lecture Notes
Course Videos
International Journal of Health Administration and Education
Online Books
International Meetings
Stories To Myself
Contact
 Quick Access
- Home Page
- About Us
- Services
- News
- Articles
- Contact
SERVICES
HomeServices « back
Depresyon & Anksiyete (Kaygı)

Çeşitli web sitelerinden hazırlanmıştır.  

YAYGIN ANKSİYETE BOZUKLUĞU

Kaygılanmak Normal midir? 

Kaygı yaşamın normal bir parçasıdır. Herkes günlük yaşam içinde değişik konularla ilgili kaygı duyabilir. Yetişmesi gereken bir iş, sınav, sağlık, para, çocuklar ve aileyle ilgili sorunlar birçok insanı kaygılandırabilir. Aslında kaygı, bir ölçüde bizim günlük sorunlarla baş edebilmemiz için hazırlıklı olmamızı, bir tehlike durumunda da hızlı karar verip kurtulmamızı sağlar. Normalde bu tür kaygı hafiftir ve baş edilebilir düzeydedir.  

Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nedir? 

Yaygın Anksiyete Bozukluğu (YAB) olan kişilerde ise “sürekli, aşırı ve durumla uygun olmayan bir endişe durumu” söz konusudur. Aşırı endişe, kişinin günlük yaşamını olumsuz yönde etkiler ve hatta olağan yaşam etkinliklerini sürdürmesini engeller. Bu kişiler her durumda olası en kötü sonucu düşünürler, herşey kendi denetimlerinin dışındadır, iyi bir olasılık ya da geriye dönüş mümkün değildir. YAB’da aşırı endişe ve kaygı genellikle sağlık, aile, para ya da iş gibi konularla ilgilidir. Denetlenemez nitelikte olan endişe hali en az altı ay boyunca hemen hergün vardır ve gün boyunca sürer.

YAB’nun yaşam boyu görülme sıklığı %5-6’dır. Başka bir deyişle, her 100 kişiden 5-6’sı yaşamlarının herhangi bir zamanın bu rahatsızlığı yaşayabilir. Yaşla birlikte kaygı duyarlılığı artar. YAB yaşlılıkta en sık görülen anksiyete bozukluğudur.  

Yaygın Anksiyete Bozukluğu Belirtileri Nelerdir? 

Gerçek bir neden yokken ya da nedeni olsa bile durumla uygunsuz olan, aşırı olan denetlenemeyen nitelikteki endişe hastalığın temel belirtisidir. Çoğu zaman kişi endişelerinin aşırı olduğunun farkındadır, ancak endişelenmelerini denetleyemezler ve bir türlü sakinleşemezler. Çevrelerinde “aşırı evhamlı” olarak tanınırlar. Yorgunluk, dikkat bozukluğu ve konsantrasyon güçlüğü, en ufak sesle kolayca irkilme, uykuya dalamama ve gece sık sık uyanma diğer önemli belirtilerdir.

YAB’a sıklıkla sanki fiziksel bir hastalık varmışçasına kendini gösteren bazı bedensel belirtiler eşlik eder. Bu belirtiler: nedensiz yorgunluk, başağrısı ve kas ağrıları, yutma güçlüğü, titreme ve seyirmeler, terleme, tahammülsüzlük, bulantı, sersemlik hissi, sıcak basması gibi fiziksel yakınmalardır.  

Yaygın Anksiyete Bozukluğu Nasıl Oluşur? 

Stresler YAB’ın gelişiminde önemli rol oynar. Çocukluk dönemi ve genç erişkinlik çağları arasında başlayan YAB, yavaş ve sinsi bir gelişim gösterir. Hastalığın belirtileri dönem dönem iyileşmeler ve alevlenmeler gösterir. Stresli yaşam olayları olduğunda belirtiler çoğunlukla kötüleşir. Hastalığın oluşmasında “kalıtsal etkenler, beyin nörokimyasındaki değişiklikler, kişilik özellikleri ve stres verici yaşam olayları” etkilidir. Hastalar yorgunluk, gerginlik, kas ağrısı ve başağrısı gibi bedensel belirtiler nedeniyle çoğu zaman psikiyatri dışı branş hekimlerine başvururlar ve doğru tanının konması ve uygun biçimde tedavi edilmesi gecikebilir.  

Yaygın Anksiyete Bozukluğu Tedavi Edilebilir mi? 

YAB tedavi edilebilir bir hastalıktır.

İlk yapılması gereken bir psikiyatri uzmanına başvurmaktır. İlk başvuruda kapsamlı bir psikiyatrik değerlendirmenin yanı sıra, bu belirtilerin herhangi bir fiziksel hastalıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını anlamak için bazı incelemeler yapılacaktır.

Tedavi gören YAB’lı hastaların çoğunluğu tedaviden yarar görür. Psikoterapi ya da ilaç tedavileri uygulanabilir. Bu yöntemlerden birinin ya da birlikte uygulanmasının etkin olduğu gösterilmiştir. Hangi tür tedavinin size uygun olabileceğine doktorunuzla birlikte karar vermek yerinde olacaktır. Bir kişi için uygun olan bir tedavi, diğeri için uygun olmayabilir.

YAB tedavisinde antidepresan ve anksiyolitik ilaçlar kullanılır. Bu ilaçlar depresyonun ve başka anksiyete bozukluklarının tedavisinde de kullanılır. YAB’da etkin oldukları iyi bilinmektedir. Tedavinin amacı kaygı ve gerginliğin hızla tedavi edilmesidir. Tedavide kullanılan ilaçların ciddi yan etkileri ve bağımlılık riskleri yoktur. YAB’da kaygı gidermeye yönelik kullanılan benzodiyazepin grubu ilaçlar yeşil reçeteyle verilmektedir. Bu grup ilaçlar da ancak “doktorunuzun önerdiği dozlarda ve sürede” kullanıldığında etkili ve güvenli kullanılabilir.

İlaç tedavisinin etkisi birkaç haftadan önce başlamayacaktır. İlaç tedavisi belirtiler tamamen düzelene kadar sürmelidir. Tam düzelme sağlandıktan sonrada tedaviye en az 1 yıl daha devam edilmelidir.

 

DEPRESYON NEDİR?

Daha önceleri severek ve kendi isteğimizle yaptığımız aktiviteleri çeşitli çevresel, hormonal ve genetik bozukluklardan dolayı yapmak istemediğimiz, zevk almadığımız çökkünlük haline depresyon denir.

Toplumda sık görülen bir rahatsızlıktır. Herkes hayatının bazı döneminde bu durumla karşılaşabilir. Bu durumda kişi kendini üzgün ve endişe içinde hisseder. Herşeyi olumsuz şekliyle düşünür, bütün olayları olumsuz tarafıyla görmeye başlar ve geçmişte yaptıklarından kendini sorumlu tutar. Kendisi düşünmek istemese de bu duruma hakim olamaz. Geleceği düşündüğünde umutsuz ve karamsardır. Kendini çaresiz hisseder ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Bu bakış açısıyla kişinin sosyal ilişkileri bozulup, performansı düşebilir. Fakat her çökkünlük hali depresyon değildir. Depresyon diyebilmek için belirtilerin her gün ya da son iki haftadır devam etmesi gerekir.

Nedene göre sınıflama

  • Endojen Depresyon: Kişinin yaşamında görünür bir psişik ya da sosyal stress faktörü olmaksızın, bir beyin hastalığı olarak ortaya çıkan depresyon. Bu tür depresyonda medikal tedaviden yanıt alma olasılığı çok yüksektir. Endojen depresyonlar unipolar veya bipolar olabilir. Tek uçlu depresyonu olan hastalar yaşamları boyunca sadece depresyon atakları yaşarken iki uçlu depresyonu olan hastalar depresyon ataklarının yanı sıramani atakları da yaşarlar.
  • Reaktif Depresyon: Ağır psişik ya da sosyal stresslere maruz kalan bazı kişilerde, stressi takip eden dönemde ortaya çıkan depresyon. Örnek: iş ve okul başarısızlığı, işten çıkarılma, iflas etme, doğal afete maruz kalma, eşi ya da sevgilisi tarafından terk edilme, bir yakınını kaybetme vb. Medikal tedavinin yararı bu gibi durumlarda genellikle sınırlı olur. Bu tür depresyonlardan çıkışta kişinin stressle baş etme becerisi, benlik gücü ve zaman faktörü daha belirleyicidir.

Şiddete göre sınıflandırma

  • Major Depresyon: Depressif belirtilerin kişinin sosyal ve mesleki işlevselliğini bozacak ve gündelik yaşamını belirgin şekilde etkileyecek ölçüde şiddetli olması durumudur.
  • Distimi: Depressif belirtilerin uzun süreli ancak hafif şiddette olması durumudur. Kişi zorlukla da olsa günlük yaşamın gereklerinin yerine getirebilir.

 Freud, yaşadığı dönem içerisinde pek çok konuyla ilgilenmiş ve bunlara ilişkin çeşitli kuramlar geliştirmiştir. Freud’un görüşlerini oluşturan bu kuramlar, pek çok psikolog tarafından temel alınmış ve onların görüşlerinin dayanak noktasını oluşturmuştur. Böylece Freud’un kuramlarını temel alan çeşitli psikodinamik kuramlar ortaya çıkmıştır. Freud’un kuramları, psikoloji alanını etkilemiş ve yeni görüşler, yeni kavramlar ortaya çıkmıştır. Freud; kişiliğin yapısını ve gelişimini topografik, yapısal ve psikoseksüel gelişim dönemleri kuramlarıyla açıklamıştır. Freud’un kişiliğe ilişkin kuramları, günümüz psikoloji alanında çok bilinen kuramlardır.

Topografik Kuram

Freud’un Topografik Kuramı, ruhsal yapıyı bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı gibi belirli bilinçlilik düzeylerine ayırmıştır. Bu bilinçlilik düzeyleri, beyinde yer alan anatomik yapılar olmayıp, bireylerin gerçekleştirdikleri zihinsel etkinliklerin ne derece farkında olduğunu ifade eden kavramlardır. Freud, zihinsel etkinliklerin bilinçlilik düzeylerini bir buzdağına (aysberg) benzetmiştir. Bu buzdağının su üstünde kalan kısmı “bilinci”, buzdağının suyun hemen altında kalan az bir kısmı “bilinç öncesini” ve buzdağının suyun derinliklerinde kalan geniş kısmını “bilinçdışını” oluşturmuştur. Freud’un ileri sürdüğü bilinçlilik düzeyleri şu şekilde açıklanabilir.

Bilinç: Bilinç, bireyin farkında olduğu yaşantıları içeren düzeydir. Bireyin çevresinden ya da kendisinden gelen uyaranların farkında olduğu, tanıdığı, algıladığı yaşantılar bilinç düzeyinde yaşanır. Bireyler, bu yaşantılara ilişkin bilinçliliğini davranışlarıyla çevrelerine ifade ederler.

Örnek

Şu anda farkında olduğumuz anılar, duygular ve düşünceler bilinçli bir şekilde yaşanılır ve diğer insanlarla paylaşılabilir.

Bilinç öncesi: Bilinç öncesi, şu anda bilincinde olunmayan ancak, biraz düşünüldüğünde ve dikkat gösterildiğinde hatırlanarak bilinç düzeyine getirilebilen, zihinsel olayları ve yaşantıları içeren düzeydir. Bilinç öncesi düzeydeki yaşantılar çok kolay bir şekilde hatırlanamazlar. Bu yaşantılar, üzerinde düşünüldüğünde güçlükle bilinçte hatırlanabilir.

Örnek

Şu anda üniversite sınavına girdiğiniz günün detaylarını hatırlayamayabilirsiniz. Çünkü bu yaşantı bilinç öncesi düzeyinizdedir. Fakat biraz çaba harcadığınızda, düşündüğünüzde (belki de bu örneği okurken) üniversite sınavına girdiğiniz o güne ilişkin çoğu detayları hatırlayabilirsiniz.

Böylece, bilinç öncesindeki geçmiş bir yaşantınız bilincinize gelerek yaşanır. Yine, çok eski yıllarda tanıdığınız bir kişiyle karşılaştığınızda hemen onun ismini hatırlayamayabilirsiniz. Onun ismi dilinizin ucundadır, ancak bir türlü çıkartamazsınız. Biraz düşündükten ve o günler üzerine yoğunlaştıktan sonra, onun ismini bilinç öncesinden bilince getirerek hatırlayabilirsiniz.

Bilinçdışı: Bilinçdışı, bireyin farkında olmadığı arzuları, istekleri, dürtüleri, düşünceleri, duyguları ve yaşantıları içeren düzeydir. Bilinçdışında varolan bu zihinsel durumlar ve yaşantılar, çeşitli biçimlerde bilinçdışına depolanmışlardır.

Örnek

Bazı geçmiş yaşantılar, zaman içinde unutularak bilinçdışına atılmıştır. Bazı yaşantılarsa toplumsal, dinsel, ahlaki nedenlerle bilinçte bırakılmamış, baskı ya da sansür mekanizması yoluyla bilinçdışına atılmıştır. Yine, toplumun hoş karşılamadığı, yasakladığı arzuların, isteklerin, dürtülerin de bilince çıkarak doyum bulmasına izin verilmemekte ya da bastırılarak bilinçdışında tutulmaktadır.

Bilinçdışında varolan zihinsel durumlar yaşantılar, hiçbir zaman kaybolmazlar, enerjilerini yitirmezler, bilinçdışında etkin kalarak sürekli bireyin davranışlarını etkilerler. Ancak, bireyler bu etkinin farkında değildirler. Dolayısıyla; bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı sürekli bir etkileşim içerisindedir. Örneğin, bazen bireyler bilinçdışındaki yaşantılarının etkisiyle nedenini bilmediği, farkında olmadığı davranışlar sergileyebilirler. Bilinçdışında varolan zihinsel durumlar ve yaşantılar; hipnoz ve çeşitli ruh hastalıklarında baskı ya da sansür mekanizmasının etkisinin azalmasıyla bilince çıkabilirler. Yine, uzmanlık gerektiren özel yöntemlerle, bireylerin bilinçdışı yaşantıları, bilince getirilerek bireyin davranışı anlaşılmaya çalışılır. Freud’a göre, bireyin kişiliğini tamamen anlamak için, onun bilinçdışında ne olduğunun açığa çıkarılmasına ve ipuçlarının (rüyalar, fanteziler ve dil sürçmeleri) yorumlanmasına ihtiyaç vardır.

Freud’un topografik kuramı; kendisinin yapısal kişilik kuramını geliştirmesiyle kişiliği açıklamada önemini kaybetmiştir. Ancak, zihinsel süreçlerin niteliğini belirlemede önemli açıklamalar içermektedir. Topografik kuram, günümüzde bireylerin gerçekleştirdikleri zihinsel işlemlerin ve etkinliklerin farkında olup olmadıklarının belirlenmesinde geçerliliğini sürdürmektedir.

Soru

Freud’un topografik kuramına göre bilinç, bilinç öncesi ve bilinçdışı arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır?

Yapısal Kuram

Freud; kişiliğin belirlenmesinde, bilinçdışı güçlerin ve içsel çatışmaların önemli bir rol oynadığı temel düşüncesinden hareketle, yapısal kişilik kuramını geliştirmiştir. Freud’un kişilik kuramı, kişiliğin yapısının id, ego ve süperego olmak üzere üç bileşenden oluştuğunu belirtir. Kişiliğin yapısını oluşturan bu bileşenler, bireylerin gelişiminde farklı dönemlerde oluşmakta olup, karşılıklı etkileşim halinde çalışmaktadırlar. Kişilik yapısı ve bileşenleri, beynin belirli bölgelerinde bulunan gerçek fiziksel yapılar olmayıp, bireyin davranışını harekete geçiren kişiliğindeki çeşitli süreçlerin ve güçlerin etkileşimlerini betimlemek için kullanılan soyut kavramlardır. Kişiliğin yapısını oluşturan bileşenler şu şekilde açıklanabilir.

İd: İd, kalıtımla gelen, doğuştan varolan ve ruhsal enerjinin kaynağını oluşturan kişiliğin ilkel bileşenidir. İd, biyolojik özellikle dürtüsel davranış kalıplarını içerir. Yeme, içme, cinsellik, saldırganlık gibi. İd, içsel dürtülerine doyum bulma çabası içerisinde hareket eder. İd beklemeksizin, bir an önce, cinsel dürtülerinin ve arzularının isteklerini yerine getirmek üzere haz almaya yönelmiş tepkiler oluşturur. Böylece, id, haz alma ilkesi çerçevesinde hareket eder. İd’in doyum bulma çabası zaman mekân tanımaz ve uygun koşullar aramaz. Örneğin, yeni doğan bebek tümüyle id’in istekleriyle hareket eder. Dolayısıyla; id, gerçekçi değildir ve tamamen bilinçdışıdır.

Ego: Çocuklar; doğumdan itibaren, çevresindekilerin istekleri ve kısıtlamaları doğrultusunda yeni davranış kalıpları sergilemeye başlarlar. Örneğin, çocuklar, çevrelerinde çok sayıda engel bulunduğunu, bu engellerin aşıldığında ancak doyumun sağlanabileceğini ve bunun için yeni davranış biçimlerine gereksinim duyulabileceğini öğrenirler. Böylece, kişiliğin bir diğer bileşeni olan ego gelişir. Ego, haz alma ilkesi yerine, gerçeklik ilkesine göre hareket eder. Ego; gerçekçi, mantığa uygun, akılcı bir biçimde davranan, gerçek dünyayla temas ederek bilinci kontrol eden kişilik parçasıdır. Ego; id’in isteklerine doyum bulma çabasını kontrol etmeye ve denetim altında tutmaya çalışır. Örneğin; ego gelişmeden önce çocuk, id’in isteklerine, yeri ve zamanı dikkate almaksızın, doyum bulmaya çalışmaktaydı. Ancak, kişiliğin ego bileşeninin gelişmesiyle birlikte çocuk, id’in isteklerinin nasıl, ne zaman, nerede doyum bulabileceğine karar vererek, bu istekleri gerektiğinde bekletebilir, erteleyebilir, değiştirebilir ve bastırabilir. Böylece, id’in gerçeği dikkate almayan doyum bulma isteği, gerçeği dikkate alan ego’nun akıl yürütme, problem çözme ve karar verme gibi zihinsel etkinlikleriyle doyum bulur.

Ego, id’in isteklerine gerçekçi bir biçimde doyum bulmaya çalışmakla birlikte, aynı zamanda dış dünyadaki koşulları ve durumları algılar ve kişiliğin diğer bileşeni olan süperego’nun isteklerini de dikkate alır. Böylece, ego, id ve süperego’nun çatışan isteklerini uzlaştırmaya ve dengelemeye çalışır. Bu nedenle ego, kişiliğin düzenleyici, denge ve uyum sağlayıcı bir bileşenidir.

Süperego: Çocukluk yıllarında kişiliğin diğer bileşeni süperego oluşur. Çocuk, doğduğu zaman iyiyi kötüyü, doğruyu yanlışı ayırt edebilecek düzeyde değildir. Ancak çocuk, zaman içerisinde, ana babasının, çevresindeki diğer kişilerin benimsediği ahlaki kuralları ve değerler sistemini farketmeye başlar. Örneğin çocuk, ana babasının ne gibi davranışları onayladıklarını ya da onaylamadıklarını, hangi davranışlara şiddetli tepkiler gösterdiklerini, doğru ya da yanlış bulduklarını ayırt eder duruma gelir. Bu davranışları gösterdiğinde ana, babasının ödül ve ceza uygulamalarıyla karşılaşır, onların tavrını öğrenir ve içselleştirir. Böylece, kişiliğin ahlaki ve yargısal yanını oluşturan “süperego” gelişir. Süperego; ana, babası ve yakın çevresi tarafından çocuğa aktarılan toplumsal ve ahlaki kurallarla, geleneksel değerleri içerir. Dolayısıyla; süperego, toplumun ve ailenin kurallarını temsil ettiği için, kişiliğin ahlaki, yargısal ve vicdan yanını oluşturur. Süperego, egonun ahlaki kurallar ve değerler doğrultusunda hareket etmesine çalışarak mükemmel olmak ister. Bu nedenle, süperego ideal ve kusursuz olma ilkesine göre çalışır. Ayrıca, süperego, doyum bulması ve yerine getirilmesi ahlaki kurallar tarafından hoş karşılanmayacak olan id’in isteklerini (özellikle cinsel ve saldırgan dürtüleri) engellemeye ve bastırmaya çalışır.

Freud’un yapısal kuramına göre, sağlıklı bir kişilik gelişimi için ego’nun gerçeklik ilkesi çerçevesinde hareket ederek yönetim görevini üstlenmesi, id’in ve süperego’nun istekleri arasındaki uzlaşmayı sağlayarak bireyin gereksinimlerine akılcı biçimde doyum yolları bulması gerekir. Böylece, ego, id ile süperego arasında denge sağlayacak ve uyumlu bir kişilik ortaya çıkacaktır. Ancak, ego’nun dengeyi sağlayamadığı durumlarda kişinin id ya da süperego bileşenleri baskın olabilecek ve sağlıksız bir kişilik yapısı ortaya çıkabilecektir. Örneğin; kişiliğinin süperego’su diğer kişilik bileşenlerine göre daha baskın olan birey; çevresiyle ilişkilerinde sürekli ahlak kurallarını ve değerlerini dikkate alır, tamamen bu kurallara bağlı hareket eder, büyük ölçüde çekingen ve utangaç kişilik özellikleri gösterir, sürekli cinsel arzularını baskı altında tutarak engeller. Tersi durumda, kişiliğinin id’i baskın olan birey; ahlaki kuralları ve değerleri hiç dikkate almaz, bencilce hareket ederek, uygun olup olmadığına bakmaksızın, isteklerine hemen doyum bulmak ister, ısrarcı olur, başkalarını dikkate almadığı için, çevresiyle ilişkilerinde sürekli uyum sorunları yaşar. Kişiliğinin ego’su baskın olan bireyse sürekli mantıklı, akılcı ve gerçekçi davranışlar sergiler.

Yapısal kişilik kuramına göre, sağlıklı ve uyumlu bir kişilik için egonun, id ile süperego’nun istekleri arasında bir uzlaşma ve denge sağlaması gerekir. Ancak, bazı durumlarda ego, gerekli uzlaşma ve dengeyi sağlayamaz ve bunun sonucunda kişilik yapıları arasında çatışma yaşanır. Örneğin; kişiliğin id yapısı, içsel dürtülerine anında doyum bulmak ister. Ego’nun, id’in bu isteğini, dış çevredeki gerçekler ya da süperego’nun onaylamaması yüzünden engellemesi, bir çatışma yaratır. Yine; ego’nun, id’in doyum bulmasına izin verdiği istekler, bazen süperego’nun şiddetli tepkilerine yol açar ve çatışma yaşanır. Kişilik yapıları arasında gerekli uzlaşmanın sağlanamaması nedeniyle bilinçdışında yaşanan ve farkında olunmayan içsel çatışmalar, kaygıya yol açar. Kendisini tehdit altında algılayan ego, yaşanılan şiddetli kaygıyı azaltmak, bu kaygıdan kurtulabilmek ve kendisini korumak amacıyla savunma mekanizmaları kullanır. Savunma mekanizmaları, egonun yaşanılan çatışmanın yarattığı kaygıyla başa çıkabilmek için kullandığı çeşitli düşünce, tutum ve davranış biçimleridir. Bu savunma mekanizmalarının başlıcaları bastırma, yansıtma, neden bulma, karşıt tepki geliştirme, özdeşleşme, yön değiştirme, inkâr etme, yüceltme, ödünleme olarak adlandırılır. İnsanlar, içinde bulunduğu koşullara göre, bu tür savunma mekanizmalarını bilinçdışında geliştirerek, farkında olmadan kullanırlar. Dolayısıyla savunma mekanizmaları, ego’nun içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulmasına ve ego’nun gücünü korumasına yardım ettiği için, uyum sağlayıcı mekanizmalardır. Bununla birlikte, savunma mekanizmaları, ego tarafından çatışmanın yarattığı kaygıdan kurtulmanın temel bir yolu olarak, aşırı bir biçimde kullanılırsa sağlıksız bir kişilik ortaya çıkar. Bu durumda, savunma mekanizmaları, kişiliği denetimleri altına alarak, uyumsuz davranışların ortaya çıkmasına neden olur.

Soru

Kişiliğin oluşmasında id, ego ve süperego arasındaki ilişkileri açıklayınız.

Psikoseksüel Gelişim Dönemleri

Freud; kişilik gelişiminde bebeklik ve çocukluk yıllarında geçirilen yaşantıların önemini vurgulamıştır. Freud; yaşamın ilk beş yılında geçirilen yaşantıların, yetişkinlik yıllarındaki kişilik özelliklerinin temelini oluşturduğunu ifade etmiştir. Freud, kişiliğin doğumdan itibaren Oral, Anal, Fallik, Latent (Gizil) ve Genital olarak adlandırılan beş psikoseksüel gelişim dönemi içerisinde geliştiğini belirtmiş ve gelişim dönemlerini, bireye haz veren ve doyum sağlayan haz bölgelerine bağlı olarak açıklamıştır. Çocuğun her bir gelişim döneminde karşılaştığı temel gereksinimlere doyum bulması gerekmektedir. Ancak, çocuk herhangi bir gelişim döneminde temel gereksinimlerine yeterince doyum sağlayamaz ve aşırı engellenirse ya da aşırı ölçüde doyum sağlar ve bağımlılık geliştirirse, çocuk içinde bulunduğu bu döneme saplanır. Freud’a göre, çocuğun belli bir dönemde saplantısının olması, onun sonraki dönemlerindeki kişilik gelişimini engeller ve yetişkinlik yıllarındaki kişiliğini olumsuz biçimde etkiler. Onun için, çocuğun psikoseksüel gelişim dönemlerindeki temel ihtiyaçlarının uygun bir biçimde karşılanmasında, ana baba ve yakın çevrenin çocukla olan ilişkilerinin niteliği büyük önem taşır. Bu çerçevede, psikoseksüel gelişim dönemlerine özgü gelişimsel özellikler şu şekilde belirtilebilir.

Oral Dönem: Oral dönem, psikoseksüel gelişimin ilk dönemi olup, doğumdan 18. aya kadar olan zaman dilimini kapsar. Bu dönemde bebeğin haz merkezi, ağız bölgesidir (ağız, dudaklar, dil, diş eti gibi). Bebek ağızdan besin alırken emme, ısırma, çiğneme, yutma gibi eylemlerde bulunur ve bu eylemler onun haz kaynağını oluşturur. Bebeğin besin almaya ilişkin eylemlerinin sınırlandırılması, engellenmesi ya da aşırı ve düşkünlük ölçüsünde yaşanması onun oral döneme saplanmasına yol açar. Bebeğin bu döneme saplanması sonucunda, bebek yetişkinlik yıllarında oral döneme özgü bazı olumsuz kişilik özellikleri gösterir. Dolayısıyla, annenin bebeğin beslenmesine karşı takındığı tavır önemlidir.

Örnek

Annenin bebeğini emzirmekten çok erken kesmesi ya da gereğinden çok uzun bir süre emzirmesi, bebeğin ağızla ilgili eylemlerden haz alma saplantısına yol açar. Bunun sonucunda, bebek yetişkinlik yıllarına geldiğinde ağızla ilgili eylemlere ilişkin haz alma yaşantısını sürdürmek için sigara içme, içki kullanma, yemek yeme, sakız çiğneme gibi ağızla ilgili eylem saplantıları gösterebilir.

Anal Dönem: Bu dönem, 18. aydan 3 yaşına kadar olan zaman dilimini kapsar. Anal dönemde, temel haz merkezi ağızdan (oral) anüs (anal) bölgesine doğru değişir. Çocuklar, anüsle ilişkili eylemlerden (dışkısını tutma ve bırakmaktan) oldukça fazla haz duyarlar. Bu dönemde, ana, babalar ise çocuklarının tuvalet alışkanlığını kazanmalarını, kendi bedenlerini kontrol edebilmelerini beklerler. Dolayısıyla, anal dönemde ana, babaların çocukların tuvalet eğitimine yönelik yaklaşımları ve gösterdikleri davranışlar önem kazanır. Bu dönem içerisinde ana, babanın çocuğa karşı takındığı olumsuz tutumlar onların bu döneme saplanmasına yol açar. Böylece bu saplantı, çocuğun yetişkinlik yıllarında sahip olacağı bazı kişilik özellikleri üzerinde belirleyici olacaktır.

Örnek

Anal dönemde çocuğun ana, babasından katı, baskıcı, hoşgörüsüz ve çok titiz bir tuvalet eğitimi alması, onun bu dönemde saplanmasına neden olur. Bunun sonucunda, çocuk yetişkinlik yıllarında aşırı düzenlilik, cimrilik, inatçılık, katılık, biriktiricilik ve aşırı kontrollü olmayı içeren bazı kişilik özellikleri gösterebilir. Bazı ana, babalarsa gevşek, ilgisiz bir tuvalet eğitimi tutumu sergilerler. Bunun sonucundaysa yetişkinlik yıllarında aşırı dağınıklık, düzensizlik, umursamazlık ve kayıtsızlık içeren bazı kişilik özellikleri ortaya çıkabilir.

Fallik Dönem: Bu dönem, üç ile beş yaş arasını kapsar. Fallik dönemde haz merkezi, cinsel organlardır. Çocuk ilgisini cinsel organları üzerine odaklaştırır, cinsel organlarından haz aldığını farkeder, kız erkek anatomileri arasındaki farklılıklar dikkatini çeker. Bu dönem içerisinde çocuklar cinsiyetlerine özgü çatışmalar yaşarlar. Çocuklar, karşıt cinsiyetten ana babasına karşı bilinçli olmayan duygusal, cinsel bir yakınlık duyarlar ve kendi cinsiyetindeki ana babasının yerini almak isterler. Ancak bu arzu ve isteklerinden dolayı kendi cinsiyetlerindeki ana babaları tarafından cezalandırılacakları beklentisi çocuklarda kaygıya yol açar. Freud, erkek çocukların yaşadığı bu çatışmayı “Oedipus karmaşası” ve kız çocukların yaşadığı bu çatışmayıysa “Electra karmaşası” olarak adlandırmıştır. Fallik dönem içerisinde çocuklar, kendi cinsiyetinden ana babayı model alarak kendilerini onlarla özdeştirirler ve yaşadıkları bu çatışmaları çözümlerler. Böylece, çocuklar kendi cinsiyetindeki ana babayla özdeşim kurarak cinsel kimliklerini geliştirirler. Bu çerçevede, çocuklar kendi cinsiyetine özgü rolleri, toplumsal kuralları, değerleri, sorumlulukları kavramaya başlar ve böylece kişiliğin süperegosu gelişir. Dolayısıyla fallik dönemde, çocuğun yaşadığı çatışmaları çözümlemesi önemlidir. Çünkü bu dönemde yaşanan güçlükler ve çatışmaların çözümlenememesi sonucunda, çocuğun ileriki yıllarda vicdan gelişiminde başarısızlıklar ve uygun olmayan cinsiyet rol davranışlarını içeren sorunlar ortaya çıkabilir.

Örnek

Fallik dönemde, cinsellikle ilgili, çocuğa aktarılan olumsuz görüşler ve tutumlar, çocukların yaşadıkları çatışmaları çözümlemelerini güçleştirir. Bunun sonucunda çocuk sağlıklı bir süperego geliştiremeyebilir ve yetişkinlik yıllarında uygun cinsel rolleri sergilemede güçlükler yaşayabilir. Bundan dolayı fallik dönemde çocukları cinsel merakı ve sorduğu sorular yüzünden engellemek, azarlamak ve cezalandırmak yerine uygun bir biçimde açıklamalar getirilmelidir.

Latent Dönem: Latent (gizil) dönem, 5 yaşından 12- 13 yaşa kadar olan zaman dilimini kapsar. Bu dönem süresince çocuğun cinsel ilgisi ve arzuları, bilinç dışında var olmaya devam etmekle birlikte, gizildir, örtülüdür. Bu nedenle, çocuklar cinsellikle ilgili konulardan hoşlanmazlar ve ilgilerini daha çoğunlukla sosyal becerilere ve oyunlara yöneltirler. Çocuklar yakın çevresindeki kişilerle sosyal ilişkiler geliştirirler ve kendi cinsiyetindeki çocuklarla daha çok yakınlaşırlar. Örneğin, ilköğretimin ilk yıllarında çocukların kendi cinsiyetinden çocuklarla oynamaya daha çok ilgi gösterdikleri görülebilir. Böylece, latent dönem süresince çocuklar, daha önceki oral, anal ve fallik dönemlerde kazandıkları özellikleri yeniden özümleyerek pekiştirirler ve özerk bir kimlik geliştirirler. Ancak, latent dönem sağlıklı ve başarılı bir biçimde geçirilmezse, çocuk olumsuz davranışlar geliştirebilir.

Genital Dönem: Bu dönem, ergenlikle başlayan ve ergenlik sonrası yılları kapsayan son gelişim dönemidir. Genital dönemde, çocuğun cinsel duyguları yeniden ortaya çıkar ve gencin ilgisi yetişkin cinselliğine yönelir. Her iki cinsiyette de cinsel hormonların artması sonucu, gençler karşı cinsle yakın ilişkiler kurmaya başlarlar. Böylece, genç daha önceki psikoseksüel gelişim dönemlerinde saplantılar geliştirmemişse, genital dönemde kişiliğini, bir çocuk kişiliğinden olgun bir yetişkin kişiliğine doğru geliştirir. Ancak genç, daha önceki psikoseksüel dönemlere özgü saplantılar geliştirmişse genital dönemde çözülmemiş saplantılar yeniden ortaya çıkar. Bu çatışmalara çözüm bulunamadığı zaman, bu durum, yetişkin kişiliğinin gelişimini olumsuz biçimde etkiler.

Tartışalım

Yetişkin kişiliğinin belirlenmesini, psikoseksüel gelişim dönemlerinin özellikleri kapsamında tartışınız.



Kaynak: http://notoku.com/freudun-kisilik-ile-ilgili-kuramlari/#ixzz3ZGNORnHl 

 

ÖNEMLİ AŞAGIDAKİ uzantının SAYFA 10- 23 ARASI  OKUNACAK 

http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Geli%C5%9Fim.pdf 

1.3. Gelişim Dönemleri ve Özellikleri...............................................................................10 1.3.1. Oral Dönem .........................................................................................................10 1.3.2. Anal Dönem.........................................................................................................11 1.3.3. Fallik Dönem.......................................................................................................12 1.3.4. Gizil (Latent) Dönem...........................................................................................12 1.3.5. Genital Dönem.....................................................................................................13 1.3.6. Erik Erikson ve İnsanın Sekiz Çağı.....................................................................13 1.3.7. Oral-Duyum Dönem (Güven ya da Güvensizlik)................................................14 1.3.8. Anal-Kas Dönemi (Özerklik ya da Utanç ve Kararsızlık)...................................14 1.3.9. Cinsel Devinsel Dönem (Girişim ya da Suçluluk)...............................................14 1.3.10. Gizil dönem (Beceri ya da Aşağılık Duygusu)..................................................14 1.3.11. Erinlik ve Ergenlik Dönemi (Ego Kimliği ya da Rol Kargaşası) ......................15 1.3.12. Genç Yetişkinlik Dönemi( Yakın İlişkiler ya da Soyutlama)............................15 1.3.13. Yetişkinlik Dönemi (Üretkenlik ya da Kısırlık) ................................................15 1.3.14. Olgunluk Dönemi (Ego Bütünleşimi ya da Umutsuzluk)..................................15 1.4. Bebeklik Dönemi (0- 2 Yaş).......................................................................................16 1.5. Oyun Çağı (2 -6 Yaş)..................................................................................................19 1.6. Okul Çağı (6- 12 Yaş).................................................................................................21 1.7. Ergenlik Çağı (13 -19 Yaş).........................................................................................22 1.8. Ergenlik.......................................................................................................................22 1.9. Son Ergenlik................ 

Home | About | Workspaces | Lecture Notes | Course Videos | Articles | News | Online Books | International Meetings | Contact | Tags © All Rights Reserved