Home
SANITAS MAGISTERIUM EDUCATION
Workspaces and Experiences
Lecture Notes
Course Videos
International Journal of Health Administration and Education
Online Books
International Meetings
Stories To Myself
Contact
 Quick Access
- Home Page
- About Us
- Services
- News
- Articles
- Contact
SERVICES
HomeServices « back
Trakya Univ Lisans 1. sınıf Hukuk (Ortak FTR)

 Gerçek Kişi Kimdir

Gerçek Kişi kavramı

Gerçek kişiler, insanlardır. Günümüzün modern hukuk düzenleri cinsiyet, ırk, din, dil, vs. gibi farklar gözetmeksizin bütün insanları birer kişi olarak kabul etmektedirler.

Oysa eski devirlerde bütün insanlar kişi kabul edilmiyordu. Örneğin Roma hukuku sadece hür olanları kişi sayıyor, buna karşılık köleleri bunun dışında tutuyordu. Roma hukukunda köleler bir eşya (res mancipi) sayılıyor ve hukuki işlemlere konu oluyorlar; yani satılabiliyorlar, kiraya verilebiliyorlardı. Kölelik sadece Roma’da değil, fakat İbraniler’de, Barbarlar’da, Hind’de ve Eski Yunan’da da mevcuttu. Kölelik ortadan kalktıktan sonradır ki, insanlar artık hür ve köle şeklinde bir ayırıma tabi tutulmaksızın haklara ve borçlara ehil varlıklar, yani birer kişi olarak kabul edilmeye başlandılar. Bugün artık bütün insanlar hukukta birer kişidir. Nitekim Medeni Kanunumuz da kişiler hukukuna ayırdığı birinci kitabının daha ilk maddesinde (m. 8), “Her insanın hak ehliyeti vardır” “Buna göre bütün insanlar, hukuk düzeninin sınırları içinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşittir” demek suretiyle bütün insanları hak sahibi, yani kişi olarak kabul ettiğini açıkça belirtmektedir.

Gerçek kişiler, sadece insanlardan ibarettir. O halde hayvanların ve bitkilerin kişi olma niteliği yoktur. Bu itibarladır ki, bir hayvanın hakları ve borçları olamaz. Hayvanlar hak sahibi, yani kişi olamayacaklarına göre, herhangi birimiz sevdiğimiz kedimize, köpeğimize, yarış atımıza vasiyet yoluyla bir mal bırakamayız, onlar adına bankalarda hesap açtıramayız.


TÜZEL KİŞİ KİMDİR?



Tüzel Kişiler

Hukuk düzeni, insanlardan ibaret bulunan gerçek kişilerin yanında tüzel kişilere de yer vermiştir. Bu, bir zorunluluğun sonucudur. Gerçekten, bazı amaçların gerçekleştirilmesine bir insanın ömrü ve mali gücü yetmez. . Bu gibi amaçların gerçekleştirilebilmesi için bir kısım insanların bir araya gelmeleri, faaliyetlerini ve mallarını bu amaca tahsis etmeleri (özgülemeleri) gerekir. İşte böylece kendisini meydana getiren insanlardan ayrı ve bağımsız varlıklar ortaya çıkar ki, bunlara tüzel kişiler diyoruz.

Tüzel kişiler, ya belli bir amacın gerçekleştirilmesi maksadıyla bir araya gelmiş olan kişilerin meydana getirdikleri kişi toplulukları veya belli bir amaca tahsis olunmuş (özgülenmiş) bulunan mal toplulukları biçiminde ortaya çıkarlar.

 

 

Gerçek kişiliğin başlangıç anı nasıl başlar ?

Medeni Kanunumuz, gerçek kişiliğin başlangıcı anını 28′inci maddesinde tespit etmiştir. Sözü geçen maddeye göre, “Kişilik, çocuğun sağ olarak tamamıyla doğduğu anda başlar” O halde kişiliğin başlangıcı, sağ olarak tamamen doğum anıdır. Çocuğun tamamen doğmuş olması, onun ana rahminden tamamen ayrılarak bağımsız bir varlık halinde dış aleme gelmiş olması demektir. Anasının vücudundan ayrılmış olan çocuğun göbeğinin kesilmiş olup olmamasının önemi yoktur. Çocuğun sağ doğması ise, onun ana rahminden tamamen ayrıldıktan sonra bir saniye dahi olsa yaşamış olması demektir. Bu itibarladır ki, çocuk anasının vücudundan tamamen ayrılmış olsa bile, eğer sağ olarak doğmamış, yani ölü olarak dünyaya gelmiş bulunuyorsa kişilik kazanamaz.

Çocuğun sağ olarak anasının vücudundan ayrılmış olması, onun kişilik kazanması için yeterlidir. Ayrıca yaşama kabiliyetine de sahip bulunması gerekli değildir. Örneğin bir çocuk tek kollu veya tek bacaklı ya da gözleri oluşmaksızın doğmuş olsa bile, bir an yaşadığı takdirde yine de kişilik kazanmış olur. Çocuğun kişilik kazanmış olup olmaması özellikle miras hukuku bakımından önem arz eder; çünkü mirasçı olabilmek için, miras bırakanın ölümü anında hayatta olmak gerekir. Eğer yeni doğmuş olan bir çocuk bir an yaşamış bulunuyorsa, o esnada ölen babasının veya anasının mirasçısı olur; fakat ölü doğmuşsa mirasçı olamaz.


kişilik kavramı üzerinde kısaca durmuş, bunun biri dar, diğeri geniş olmak üzere iki anlamının bulunduğunu belirtmiştik. Dar anlamda kişilik, haklara ve borçlara sahip olabilmeyi, yani hak ehliyetini ifade eder ki, bu da kişi terimi ile aynı anlama gelir.

Geniş anlamda kişilik ise, sadece hak ehliyetini değil, onunla birlikte fiil ehliyetini, kişisel durumları ve kişilik haklarını da ifade etmektedir. O halde kişiliği oluşturan unsurlar, ehliyetler, kişisel durumlar ve kişilik haklarıdır. Kişilik hakları, bir kişinin maddi (bedensel), manevi ve iktisadi bütünlüğü ve varlıkları üzerindeki mutlak haklardır. O halde bir kimse, kişiliğine dahil olan un surlara, örneğin sağlığına, vücut tamlığına, şeref ve haysiyetine, sırlarına, ismine, resmine ve özgürlüklerine karşı haksız saldırılarda bulunmaktan kaçınmasını herkesten talep edebilir.

 

Kişilik hakları mutlak haklardandır, yani herkese karşı ileri sürülebilirler. Diğer taraftan kişilik hakları kişiye bağlı haklardandır; bu nedenledir ki, başkalarına devredilemedikleri gibi mirasçılara da geçmezler. Kişilik hakları, insanın doğumu ile kazanılıp ölümü ile birlikte ortadan kalkarlar. Gerçek kişiler kadar tüzel kişiler de, mahiyetleriyle bağdaştığı ölçüde, kişilik haklarına sahiptirler.


Kişiliğin içe karşı (dahilen) korunması demek, bir kişinin kişilik haklarının bizzat kendisine karşı korunması demektir. İlk bakışta, kişiliği bizzat kişinin kendisine karşı korumanın lüzumsuz ve hattâ mantığa aykırı olduğu sanılabilir; çünkü “insanoğlu daima kendi çıkarlarını kollamasını bilir, kendisini zarara sokan işlem yapmaz” denilebilir. Fakat insanlar zekâ, kuvvet ve maddi imkânlar bakımından bir birlerine eşit olmadıklarından, çaresizlik içinde kalan bir kimsenin kendi çıkarlarına aykırı işlemler yapması, yaşamak için büyük fedakârlıklara katlanması pekalâ mümkündür. Örneğin uzun zamandan beri bir türlü iş bulamamış ve açlıktan ölmek üzere olan bir kimse, bir çiftlikte boğaz tokluğuna ömrü boyunca çobanlık yapmayı veya paraya çok ihtiyacı olan bir kimse kendisine vaat edilen bir menfa at karşılığında ölünceye kadar hiç kimseyle evlenmemeyi ya da hiç bir derneğe üye olmamayı taahhüt edebilir.

Oysa hukuk düzeni bir kimsenin, kişiliğini zedeleyen bu gibi fedakârlıklara katlanmasına izin vermemekte ve bunlara engel olmak üzere kişiliği bizzat kişinin kendisine karşı korumayı lüzumlu görmektedir. Gerçekten, Medeni Kanunumuzun 23′ncü maddesi kişiliği dahilen koruyucu bir hüküm içermektedir. Sözü geçen maddeye göre “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez”. “Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlaka ay kırı olarak sınırlayamaz. ”

Kanunun 23′ncü maddesinin ilk fıkrasıyla ifade edilmek istenen şey, hiç kim senin hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemeyeceğidir. O halde her hangi bir kimse, yapacağı bir hukuki işlemle, hiç bir zaman taşınır veya taşınmaz mallara malik olmayacağını, hiç bir zaman evlenmeyeceğini, hiç kimsenin mirasçısı olmayacağını vaadedemez; çünkü bütün bu vaadlerle hak ehliyetini kısıtlamış olur. Aynı şekilde herhangi bir kimse, yapacağı bir hukuki işlemle, hiç bir surette başkalarıyla sözleşme yapmayacağını, bir derneğe üye olarak girmeyeceğini, mal varlığı üzerinde tasarruflarda bulunmayacağını, bir kimseye karşı hiç bir zaman dava açmayacağını taahhüt edemez; çünkü bu suretle de fiil ehliyetini sınırlandırmış olur.

http://aysegulyildirimkaptanoglu.com/rsmlr/dosya/vizesonrasiilkdershukuksunu.pdf 


 

Home | About | Workspaces | Lecture Notes | Course Videos | Articles | News | Online Books | International Meetings | Contact | Tags © All Rights Reserved